Gül bitkisinin 35 milyon yıl önce Orta Asya’da ortaya çıktığı düşünülmektedir.
Efsanelere göre gül; Aphrodite’nin en sevdiği çiçeklerdenmiş. Aphrodite, oglu Eros’a gül hediye etmiş. Eros da aynı gülü sessizlik Tanrısı Harpocrates’e vermiş ve böylece gül, sevginin, sessizliğin ve gizliliğin sembolü olmuştur.
Ayrıca yine kırmızı gülün Adonis (Aphrodite’nin sevgilisi)’in kanından doğduğu da efsanede anlatılmaktadır.
Kulanımı çok eski zamanlara dayanan gülün depresyon, keder, sinir gerginliği ve stresi iyileştirici özelliği ile insanları sakinleştirmek ve rahatlatmak için yas törenlerine püskürtüldüğü veya dağıtıldığı söylenmektedir
Doğu ve Batı’nın ortak figürü gül, İslam kültüründe ve tasavvuf anlayışında bazen Allah’ın güzelliği, bazen de Hz. Muhammed’in simgesi, teninin kokusu olmuş ve birçok İslam aliminin gül kokusu ile anılması güle duyulan saygının medeniyetler kadar eski olduğunu ispatlıyor
Büyük doktor İbn Sina, gül kokusunun kalp ve beyin üzerindeki olumlu etkilerini vurgulamıştır
Bektaşiler için gülün ayrı bir önemi var; rivayete göre Hz. Ali ölmeden önce yanındakilerden bir deste gül ister ve getirilen gül desteyi kokladıktan sonra vefat eder
Hristiyanlıkta; kırmızı gül Hz. İsa ve haç ile ilişkilendirilirken, beyaz gül; Hz. Meryem’in simgelerinden birisi.
Museviler Mısır’dan çıkmalarının yedinci haftaları olarak kabul ettikleri bayramları “gül bayramı” olarak adlandırılır
Ayrıca 6 Mayıs Hıdırellez günü, Hızır ve İlyas peygamberin altında buluştuğuna inanılan gül ağaçlarının altına dilekler bırakılır ; “Yaz dileğini bırak bir güle; kavuş berekete.”
Görselliğiye, kokusuyla, renkleriyle hayatımızı güzelleştiren gülü yaşantımızdan eksik etmeyelim.